Çocuk Vakfı Başkanı Mustafa Ruhi Şirin ile söyleşi:
Konuşan:
İbrahim Akar
Çocuk sorunu son on yılda dünyada reel bir gündem maddesi haline
gelmiş görünüyor. Daha önceleri aktif koruma ve önlem girişimleri bu denli
canlı, bu denli dinamik değildi. Sizce bunun sebebi nedir? Daha önceleri
kayıtsız mıydık yoksa sorun çok ciddi boyutlara mı ulaştı?
Tarih boyunca çocuğun gündem dışında kaldığı
söylenemez. Çocuk, özne durumuna gelemediğinden hafife alınmış ve sorunları
suskunluk sarmalı ile örtülmüş. Çünkü çocuk, kadim zamanlardan bu yana ya
devletindir ya da toplumun. Bunun anlamı şu: Toplum, çocuk üzerine kendi
geleceğini inşa ediyor. Çocuklarla ortak geleceği değil. Bu yaklaşımın
eskidiğinin ve eksikliğinin hâlâ farkına varmış sayılmayız. Koruma anlayışı ile
çocuğun öncelikli yararını merkeze almalıyız. Yapılacak her işte çocuk yararını
benimsediğimizde gerçek anlamda çocuğa yönelmiş oluruz. Dünyada bu anlayış
egemen olamadığı için henüz aktif korumadan ve etkin girişimlerden de söz
edemeyiz. On yıl önce, Dünya Çocuk Zirvesi’nde
bu yönde durum tespiti yapıldığını hatırlayalım: O yıllarda da çocuk sorunları
trajik boyutlardaydı. Çocuklar için her alanda ortak iyilere ulaşılması yönünde
çalışılacağına dair sözler verilmişti. Aslında Çocuk Hakları Sözleşmesi bu açıdan çocuğa yönelişte en kuşatıcı
çerçeveyi ortaya koyan bir milat olmuştur. Bu evrensel çocuk anayasasına rağmen
son on yılın çocuk karnesi, çocuk ödevine yeterince çalışılmadığını gösteriyor.
Bir yandan önceki dönemin çocuk sorunları devam ederken, öte yandan küreselleşme
süreci çocuğu ve kadını vurmuş ve kıyıya atmış durumda. Ekonomik gelişmeye
oranla iyileşmesi beklenen insanî gelişme göstergeleri daha da kötüleşti. Çocuk
yoksulluğunun ilk çocuk gündeminin hâlâ ilk maddesi olması bile, çocuk krizini
anlamayı kolaylaştırabilir. Burada Cummings’ten bir dizeyi anmanın sırası
gelmiştir sanırım: “Güzel bir cevaptır
her zaman / daha güzel bir soru soran.”
Çocuk alanında sancılı bir dünyada yaşıyoruz ancak felsefî arka plânı olan
yakıcı soruları soramadığımız halde bize kendini sürekli hatırlatan çocuk
gerçeğine kayıtsız mı kalacağız? Hayır! Politika bekleyebilir, çocuk asla
bekleyemez. Sosyal duygu ve toplumsal duyguyla çocuk’ta ve çocuk gerçeğinde
buluşmadan hiçbir sorunu çözemeyiz. Eğer dünyada yaşayan dört çocuktan üçü sorunlu
büyüyorsa bunu ciddi bir sorun olarak anlamalıyız. Bu tam anlamıyla insanlık
krizidir. Yoksullara konser desteğiyle bu krizi çözemeyeceğimizi de bugün artık
herkes farketmiş durumda.
Yeni
bin yılda nasıl bir çocuk mirası devraldı dünya? Dünyanın çocuk yüzlü haritası
çok mu kötü?
Son on yılda yapılanlar yapılamayanlardan az.
Hem de çok az. Çocukların sağlık ve güvenliklerini garanti altına alacak, çocuk
ve anne ölüm oranlarını düşürecek, önlenebilir hastalıkları önleyecek büyük
girişimler gerçekleşemedi. Temel eğitim, güvenli içme suyu, sağlıklı gıda,
cinsel istismar, şiddet, çocuk iş gücünün istismarına yönelik haberler de kötü
çocuk haberleri. 31 milyon mültecinin çoğu kadın ve çocuk. Zengin ve yoksul
arasında büyüyen uçurumlar. Çocuk işçiliği, kaçakçılık ve çocukların cinsel
sömürüsünde de hiçbir iyileşme işareti göremiyoruz. Havuz dolu ve sürekli
taşıyor. İLO’ya göre kalkınmakta olan ülkelerde 5 ve 14 yaş arasında 250 milyon
çocuk çalışıyor. 60 milyon ağır işlerde çalışan ve yaşları 5 ve 11 yaş arası olan
bu çocuk gerçekliği bizi harekete geçiremiyorsa bu utanca ortak olmuş oluruz.
Eski zamanlarda savaşlarda kadın ve çocuklar öldürülmezdi. Şimdi öyle mi? On
yılda 18 bin civarında asker öldü, 2 milyon 300 bin çocuk. Çocuk yüzlü
haritanın kriz noktaları bunlarla sınırlı değil. 15 yaşında 4,3 milyondan fazla
çocuk AIDS’li olarak yaşıyor. Her dakikada 15 ila 24 yaş arası 5 genç HIV’e
yakalanıyor. Bu da her gün 7 bin çocuk anlamına geliyor. Dünyada 5 yaşın
altındaki çocukların en az yüzde 30’u ciddi ve orta dereceli yetersiz
besleniyor. En zengin ülkelerde bile her 10 çocuktan biri yoksulluk sınırının
altında bir aile tarafından büyütülüyor. Unicef’in rakamları böyle.
Yaşananlarıysa rakamlar asla açıklayamaz.
Bu
utanç verici durum niçin engellenemedi sizce?
Sözden eyleme geçilemeyiş ve verilen sözleri
yerine getirmeyişten dolayı atılımın önü tıkanıyor ve ilerleme engelleniyor.
Yeni bin yılda aynı tutum içinde olunursa yani dünya liderleri verdikleri
sözleri yine tutmazlarsa daha kötü çocuk haberlerini duyacağız. Küresel Çocuk Hareketi bu nedenle “Her
birimiz zaman ve enerjimizi dünya çocuklarının refahı için harcamaya hazır
mısınız?” sorusunu sorarak Çocuklar İçin
Evet Deyin kampanyasını Unicef’in öncülüğünde başlatacak. Bu hareketin
etkilerini ölçmek de bizim elimizde. Gönüllü çocuk elçilerinin sayısı arttıkça.
Şirketlerin çocuk haklarını dikkate almasıyla. Hükümetlerin de sözden eyleme
geçmesiyle. Çocuk entelektüelleri, şairler, yazarlar, sanatçılar, bilim
insanları, müzisyenler, politikacılar, iş adamları, muhtarlar, anneler,
babalar, büyük babalar, büyük anneler, amcalar, teyzeler, ablalar, halalar, her
yaştan insanların “artık yeter” demesiyle
bütün dünyada başlayacak çocuk hareketinin öncüleri olmaya karar veremezsek bu
utanç sürecek.
Biraz
da Türkiye’nin çocuk yüzlü haritasını okumaya çalışalım. Nedir temel çocuk
sorunlarımız?
İster kabul edin ister reddedin. Türkiye
sancılı bir çocuk misafirhanesi. Çocuk nüfusu, nüfusun yüzde 42’si. Politikasız
çocuk politikası olan bir ülke. Cumhuriyetimiz hem çocuk, hem de henüz çocuk
cumhuriyeti olamadı. En yüksek başarısı okur-yazarlık oranını yükseltmiş
olması. Kız çocuklarına yönelik bölgeler arası ve ülke genelindeki toplumsal
cinsiyet uçurumu ve ayrımcılık sürüyor. Toplam nüfusun eğitim yaşıysa üç buçuk
yaş. Bebek ölümleri binde 37. Her beş çocuktan biri çalışıyor. Yoksul çocuk
sayısı on milyonu aşmış. Sosyal güvencesi olmayan çocuklar sağlık
hizmetlerinden yararlanamıyor. Sanık sandalyesine çıkan çocuk sayısı artıyor.
İşkence görenlerin yüzde 10’u çocuk. Özürlü çocuk politikamız yok. Sekiz yüz
bin korunmaya muhtaç çocuğun on sekiz bini korunabiliyor. Risk altındaki
çocuklara yönelik çalışmalar plansız ve programsız. Sorunları en aza
indirgenmiş çocukları da bu fotoğrafın dışında tutamayız. Türkiye, örselenmiş
çocuklar ülkesi. Bu yüzden yeni bir başlangıç yapmalıyız.
Sizce
çocuk alanında en büyük sorun nedir?
En büyük sorun ilgisizlik. Değişimin ön koşulu
yüksek sorumluluk duygusuna sahip olmaktır. Kimdir bunlar? Çocuklara karşı
sorumluluk almaya hazır herkes, kamu ve özel alan, her çocuk ve yetişkin. Karar
alma sürecine katılacak herkesin birlikte hareket etmesi şart. Açıkçası dünyayı
çocuklarla birlikte değiştirmeye karar vermekle soruna yönelebiliriz. Bu
yöneliş hem şimdi hem gelecek açısından çocuk hakları savunucularının itici
gücü olmalıdır. Sözden eyleme geçmek ve öncü olmak. Çocukları ilgilendiren
konularda çocukların sesini duyarsanız bir şeylerin değişeceğini sezeceksiniz.
Çocuklar oy kullanamıyor o halde siz çocuklar için oy kullanmanız gerektiğine
karar vereceksiniz. Toplumun yönetiminde yine çocuklar için etkin güce sahip
olunca bir şeylerin değişeceği sezgiden öte ilgili süreçlere yansıyacak. Çocuk
hakları savunucularının küçük adımlarının bir araya gelmesiyle güç kazanacağını
asla unutmamalıyız. Çocuk barıştır. Çocuğa yöneldikçe dünya barışa yönelebilir
ve bu felsefe kısa sürede benimsenebilir. Çocuk alanında acil eylem plânının
uygulanmasını zorunlu duruma getiren çocuk sorunları yumağını oluşturan
yoksulluk, hastalık, şiddet ve ayrımcılığı sona erdirmek için çocukların
beklemeye tahammülleri yok. Her çocuğun hayata iyi bir başlangıç yapabilmesi
sanıldığı kadar kolay mı? Bilgi, kaynak ve yasal zorunlulukları çocuk aşamaz.
Bu sorunları yalnızca hükümetler de çözemez. Çocuk sorunlarının aşılmasını
istiyorsak hepimizin sorumluluk almasıyla bu sorunları çözebiliriz. Önceliği
çocuklara vererek ve hiçbir çocuğu dışarıda bırakmadan, işe bir aile etkinliği
olarak başlayabiliriz. Çocuk kozamızı yakından çevreye taşıyarak. İlk işimizse
en yakınımızdaki çocuğa ulaşmak. Sanırım kimsenin başka sihirli formüller
aramasına gerek yok.
Temel
sorunları çözmeden çocuk sorunlarını çözmeye yönelmek mümkün olabilir mi?
Çocuk sorunlarını ülke ölçekli temel sorunların
çözümünden ayrı düşünemeyiz. Her sosyal sorun kültürel ve ekonomik ilişkisi
dikkate alınarak çözümlenebilir. Çocuk düşünce hareketi, çocuğu merkeze alarak
sorunların kaynağı olan ulusal ve uluslar arası sistemi kökten sorgulamayı,
değişimi başlatarak dönüştürmeyi hedefleyen bir harekettir. Vahşi
kapitalizmden, Marks’ın çalışma atölyelerinden, her türlü ideolojik devletten,
faşizmin bütün örüntülerinden, çocuk sömürüsüne neden olan her tür ideolojiden
çocuğu ve dünyayı kurtarma projesi bugün için ütopya olarak algılanabilir.
Gerçekçi olacağız ancak hayâllerimiz ve umutlarımız olmadan da yaşayamayız.
Çocuk,
ülkemizde mevcut toplumsal konumuyla riske en açık nüfusu oluşturuyor... Diğer
toplumsal gruplar kendi sorunlarına bizzat sahip çıkan aktif örgütlenmeler
geliştirilebiliyor. Örgütlenme sorunu olan bir yaş grubu olması bu durumu
etkileyen bir faktör mü? Hattâ daha geniş bir soru içinde toplarsak, genel
örgütlenme bilincimizde de ciddi bir sorun var mı?
Dünyada çocuk katılımı olmadan yapılacak her iş
eksiktir. Çocuklar için yapılacak her işte çocuk yararının gözetilmesiyse en
uygar davranış. Yetişkinler imparatorluğu çocuklar adına hareket ederek dünyayı
çocuk yok dünyaya dönüştürmekten adeta hoşlanıyorlar. Yeni çocuk anlayışıysa
yetişkini dışlamıyor ancak dünyayı çocuklarla birlikte değiştirmeyi öngörüyor.
Çocukları ortak geleceğimiz kabul ederek ve çocukların hayata en iyi başlangıcı
yaparak başlamaları için bu iddiayı yalnızca vaad eden değil gerçekleştirmeyi
de hedefleyen bu yeni yaklaşım, yenilikçi çocuk paradigmasını özetliyor. Çünkü
çocuğu geleceğe erteleyemeyeceğimiz gibi gecikmiş bir düzeltme de onu
kurtarmaya yetmez. Çocuklarla birlikte dünyayı dönüştürmenin büyük bir iddia
olduğu doğru. Çocuğu hafife alanların bu iddiayı küçümseyeceklerinden de
eminim. Çocuğu bilinçsiz, küçük ve yalnızca korunması gereken bir varlık olarak
görenleri de dönüştürecek olan çocuk ve yetişkin birlikteliği olacaktır. Sözden
eyleme geçişte çocuk örgütlenmesinin önünde yasal engellerin olduğu da başka
bir gerçek. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi bizde de çocuklar henüz sivil
toplum kuruluşlarına üye olamıyor ve dernek kuramıyorlar. Çünkü Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye yönelik
uyum yasaları henüz çıkarılmadı. Toplumsal aklın harekete geçirilmesinde dernek
kurarak kendilerini ifade etmeleri olanağı kadar aile içinde, okulda ve sosyal
hayatta görüşlerini açıklayabilmeleri de önemli. Her iki açıdan çocuğun birinci
kuşak hak ve özgürlüklerini kısıtlayıcı anlayış ve yaklaşımlar aşıldığında,
çocuklarımızın davranışa dönüştürecekleri demokrasi kültürünün yetişkinlerin
otoriter, yasakçı ve antidemokratik yaklaşımlarını gözden geçirmelerine de
örnek olacak. Çocukları çocuklarımızdan öğreneceğimiz bir aşamaya geldiğimizi
de fark etmeliyiz. Yalnızca anneler, babalar ve öğretmenler bilmiyor. Aynı
enformasyonu alan çocuklar da biliyor, hem de çok şey biliyorlar artık.
Dünyada
ve ülkemizde çocuğa bakış ne durumdadır? Dünya genelindeki sorunlarla ne kadar
iç içe ve ne kadar dışında?
Çocuk bilgisi üretemeyen bir toplumda sağlıklı,
güvenilir ve çocuk gerçeğini yansıtan çocuk göstergeleri elde etmek imkânsız
gibi. Her işte olduğu gibi kabaca genellemeler yapıyoruz. Sayısal Çocuk Uyarı Raporu’nu hazırlarken çocukların durumunu
yansıtan rakamların listesini çıkarmanın da çocuk hakkı ihlali olabileceğini
düşünmüştüm. Nedeni şu: Rakam açıklıyor ve ortaya çıkan utanç karşısında bir
şey yapamıyorsunuz! Bütün dünya çocuklarının büyük oranda ortak sorunlar
yaşadıklarını hepimiz biliyoruz. Bebek ölümleri trajedisi sürüyor. Sağlıklı
beslenemeyen çocuk yüzdesi hâlâ yüksek. Sosyal güvencesiz çocuk sayısı
neredeyse yarıdan fazla. Çocuk yoksulluğu her geçen yıl artıyor. Çocuk
işgücünün sömürülmesi ülkeler arasında farklılıklar göstermesine rağmen her
geçen yıl daha tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Eğitimde fırsat eşitliği olmadığı
gibi kız çocuklarına yönelik cinsiyet uçurumu en açık çocuk ihlali olma
özelliğini koruyor. Dünya özürlü çocuklara karşı özürlü davranmaktan
uzaklaşamıyor. Üstün yetenekli çocukları eğitecek kurum sayısı çok az. Açıkça
çocuk sorunları hem ortak hem de küresel. Çözümü küresel olarak görmek yine
çocuk sorunlarını ertelemek anlamına da geliyor. Toplumsal sorunları ülke
ölçekli stratejilerle çözmek zorundayız. Bütün, parçaların toplamından daha
fazla bir şeydir. İşe önce büyük taşları yerine koyarak başlamak, adres
göstermek değil çözüm yollarını önermektir. Çocuk alanında sorunları tartışarak
eskiten yaklaşımlar yerine medeniyet merkezli yeni çocuk okumasına
yönelmeliyiz. Dirilişçi yaklaşımla ilerleme düşüncesini yenilenme bilincinin
odağı durumuna getirmedikçe toplumu yenileyemeyiz. Oysa her doğan çocuk geleceği
yenileyeceği müjdesini verir insanlığa. Bilge şair Sezai Karakoç’un vurgusu ile
söylemek gerekirse “Her insan bir
haberdir / Her doğan çocuk bir haber getirir...” Çocukla gelen haberi doğru
okuyamayan bir insanlık durumuyla karşı karşıyayız. Bunu başarabilirsek,
insanlığın güven sorunu ve korkusu aşılabilir. Çocuk’ta buluşmayı hayatımızın biricik ödevi kabul etmedikçe,
umutlu da olamayız. Tagore, aynı şeyi haykırmamış mıydı? Her çocuk doğduğunda / Şöyle der: Allah insandan umudu kesmemiştir. O
halde doğacak son çocuğa kadar bütün insanlığın birleşeceği en evrensel
hakikatin çocuk olduğunu kabul edenler bir araya gelmeyi hayatlarının en büyük
iddiası kabul etmedikçe bu vahşi dünyanın çocuk yangınları sürecek.
Türkiye,
aile yapısı gerçekten güçlü bir ülke mi yoksa biz öyle mi görüyoruz? Bu durum
sorunları gizliyor mu hafifletiyor mu?
Doğan her çocuk hangi sosyal çevrede doğarsa
doğsun güzel bir dünyada yaşama hakkına sahiptir. Toplumsal yapımızın minyatürü
olan geleneksel ailenin güçlü yanları çok olmakla birlikte çok zayıf tarafları
olduğu da bir gerçek. Bunu çocuğa verilen değerde görmek mümkün. Bizde hâlâ
çocuk ekonomik değer olarak algılanıyor. Doğurganlığın yüksekliği ve çocuk
nüfusunun hızlı artışı bu algılamayı doğruluyor. Ailenin içe dönük yanları olan
sevgi, şefkat, paylaşma duygusu çok yüksek ve korumacı yönü daha ağır basıyor.
Bu yönü ile iletişimi de güçlü. Ancak çocuk yetiştirmede öne çıkan otoriter
yaklaşım hâlâ etkin. Değişen çocukluğun farkına varılamayışı nedeniyle de
çocuğun görüşü alınmadan çocuk adına karar veren anne-baba tutumunda ciddi
sayılabilecek değişme de yok. Türk toplumunda ailelerin yüzde 50’sinde kocaları
eşlerini, yüzde 66’sında da anne-baba çocukları dövüyorsa bu aile güçlü müdür
zayıf mıdır? Bunu hepimiz yeniden düşünmeliyiz. Aileyi kutsallaştırma çabası
eğer çocuğu mahkûm ediyorsa bu anlayışı sorgulamak kaçınılmazdır.
Son
yıllarda her nedense çocuk deyince akla ilk olarak sokak çocuklarıyla lösemili
çocuklar geliyor. Tuhaf gelebilir ama bu gruplara karşı duyarlılık biraz suistimal
öğesini de hızlandırmış görünüyor. Yerine ulaşmayan bağış kampanyaları,
lösemili imiş gibi dilendirilen çocuklar biraz bunu doğruluyor diyebilir miyiz?
Haklısınız. Aslında çocuk deyince medyanın
ağına daha çok sokak çocukları, lösemili çocuklar ya da pembe çocuk masalları
takılıyor. Sokak çocukları gündeme getirilirken farkında olunmadan diğer çocuk
gündemleri ıskalanıyor. Her gün otuz bin çocuk ölüyor ve dünya haber ağına bu
dünya kadar büyük haber, belirli günlerde veya yıllık değerlendirmelerde
hatırlanıyor. Yeryüzünde çocuklar adına kimsenin para toplamaya hakkı yoktur.
Ancak çocuklar için çağrı yapılabilir. Yeni çocuk ahlâkı manifestoya dönüşerek
şeffaf, denetlenmeyi kabul eden ve katılımcı duyarlıkları paylaşmadıkça
çocuklar üzerinden yapılan ticaret önlenemez.
Çocuk
sorunu bağış kampanyalarıyla mı çözülecek? Yoksa bu yaklaşım ciddi bir revizyon
gerektiriyor mu?
Denizyıldızı öyküsü biraz işimizi
kolaylaştırabilir. Okyanusun kıyıya vurduğu denizyıldızlarını geri atmaya
çalışan birine sorar adam: Bu kadar denizyıldızına gücün yetmez. O halde
yaptığın işin anlamı ne? Adam bir denizyıldızı daha alır eline ve okyanusa
atar. Bak, der, onun için çok şey değişti. İyi düşünülmüş projelerle doğru
insanların gerçekleştirdiği çalışmalarla doğru sonuçlar alınabileceğine
inanırım. Sosyal duygu yüklü insanların bu çocuk ödevini ihmal etmesi
düşünülemez. Zaman zaman kampanyaların iyi örneklerini gördüğümüzü de
söyleyebilirim. Her gün tek bir çocuğun umuda yolculuğa çıkması bile müthiş bir
çocuk haberidir. İletişim çağında bu tek çocuk haberinin ürettiği sosyal değeri
bile çok anlamlı buluyorum. Ancak bu yetmez. Bu tür küçük ölçekli çalışmaların
özendiriciliği yanında katılımı harekete geçirici etkinliğe kavuşması ön koşul
olmalıdır. Ancak asıl dönüşümü yapacak olansa, toplumsal aklı çocuklar için
harekete geçirecek, ülke ölçekli toplumsal çocukluk politikalarıdır. Önce büyük
taşları yerine koymak derken ülke ölçekli toplumsal çocukluk politikasını
kastetmiştim. Toplumsal duygunun çocuk merkezli büyük ve dönüştürücü gücü
kıyıya vuran bütün denizyıldızlarını okyanusa yani çocukları yeniden hayata
geri döndürdüğü gün başarmış olacağız. Buna kimse hayır demediğine göre neyi
bekliyoruz? Benim de anlayamadığım şey bu.
Çocuk
sorunlarına karşı duyarlı olan örgütlenmeler (resmi ve sivil) ne denli aktif
bir işbirliği içinde? Var olan iletişim hangi aşamada ve neyi hedefliyor?
Türkiye’de hükümet kuruluşları, yerel
yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının işbirliğinde, başlamış pilot somut
projeler dışında işbirliğinden söz etmek için vakit henüz erken. Ne kadar
demokrasimiz varsa bu işbirliği de o düzeyde. Son yıllarda en azından iletişim
ağına yönelik yaklaşımlar var. Yeni oluşturduğumuz Çocuk Hakları Koalisyonu ilk adım olması açısından önemli. Ancak
henüz sivil toplum kuruluşlarının kendileri kadar toplumun kendilerini
tanımlamaları da yapılamadı. Çocuk hakları savunuculuğu kararlı bir tutum
ortaya koydukça, katılımın bütün özneleri harekete geçeceği gibi politika
yapıcılar da buna kayıtsız kalamayacak. Birinci
İstanbul Çocuk Kurultayı’nın bu
yönde atılmış hem önemli adım hem de bir başlangıç olduğunu söyleyebilirim.
Genelde
hepimizin yaklaşımı biraz bu yönde: Eskiden daha farklıydı bazı şeyler...
Hiçbir şey bu denli kötü değildi... Hakikaten çocukluk dönemimizde daha olumlu
koşullarda mı yaşıyorduk? Yoksa içimizdeki çocuk yalnızca anıları mı özlüyor?
Hangi geçmiş? Bu önemli. Çocukluğunu hiç
yaşayamadan büyüyenleri nereye koyacağız? Geçmişteki çocukluğun problemli
alanları olduğu kesin. Ne yazık ki bizde çocuk araştırmaları çok az. Sosyal
tarih açısından en çok ihtiyaç duyduğumuz geçmişin çocuk bilgisinden uzağız.
Oysa çocukluk her toplumun yitik cenneti gibidir. Çocukluk çağını çocuk gibi
yaşayan her yetişkinin çocukluğu özlemesi doğal bir sonuçtur. İçindeki çocuğu
bu tür çocukluğu yaşayanlar daha kolay yaşatabiliyor. Ya küçültülmüş yetişkin
modeli olarak çocukluğu yaşayanlar! Onların ne çocukluğu oldu ne de içindeki
çocuğu yaşatabiliyorlar. Ben de mümkün olduğunca çocukluğu yaşadığımı büyüyünce
fark ettim. Hâlâ biraz romantik bir çocuk gibi yaşamak isteyişimin nedeni de
belki de budur. Bugün ise çocukluğun yaşanması hemen hemen imkansız gibi.
Neredeyse tek tip ve modelleşmiş bir çocukluk yaşanıyor. Aslında ister çocuk
olsun isterse yetişkin bir çocuk gibi şaşarak yaşamayı başardığımız gün işler
yoluna girecek.
Çocuk
haklarının bireyin ve toplumun hakları içindeki yeri nedir?
Aslında biz yetişkinler çocuğu tanımlarken
kendimizi de tanımlamış oluruz. Bu yönü ile modern çocuk paradigması aynı
zamanda modern yetişkinlik paradigmasına dönüşmüş gibidir. Çocuklar erken
yetişkinleşirken yetişkinlerin çocuklaşmasının nedeni ise açık: Postman’ın
ısrarla söylediği gibi çocukluk giderek yok oluyor. Yine bu nedenle de önem
kazanıyor, yükselen bir değere dönüşüyor. Bu çocukluğun anayasası var ancak kesinlik’ten yoksundur. Çünkü çocuk
henüz birey olma haklarını elde edememiş durumda. Kamusal alanda çocuğun
katılımı ve çocuğun öncelikli yararı ilkeleri teorik çerçeveler içinde
kalmıştır. Çocuk hakları alanında iki felsefî yaklaşımdan söz edebiliriz:
Çocuğun hem sabit hem de değişmez ve çocukluğu korunması gereken özel evre
kabul edenlerin yaklaşımı. İkincisi ise, çocukların özel haklarının yetişkin
haklarıyla eşit hattâ daha fazla ve daha az görmeyen yaklaşım. İkinci eğilimin
öncüleri özgürleştirici olmayı öne çıkarırken aynı zamanda katılım ilkesine
vurgu yaparak çocukların oy kullanma hakkı dahil politika haklarında da ısrar
ediyorlar. Doğrusu çoğu yetişkine karşın ben de çocukların oy verme hakkını,
itiraz eden yetişkinlerin çoğunlukta olduğunu bile bile, savunmaktan müthiş
keyif aldığımı söyleyebilirim. Çocuk ütopyası mı? Evet ve böyle çocuk
ütopyalarının çoğalmasını da istiyorum. Çocuğun bireysel hakları yanında
toplumsal sürece dahil etmeyi öngören bu görüşü savunanlar, çocuk hakları
alanında yaygın olan korumacı anlayışla çelişmiş olmuyorlar. Aksine, koruyucu
hakları savunmayı özgürleştirici hakların sağlanmasına engel görmedikleri gibi,
koruyucu hakların savunulmasını güçlendirdiğine tezlerinde yer veriyorlar.
Koruyucu yaklaşımda çocuklar adına karar vermek anlayışı egemen. Çocuğu daha
çok özne kabul eden, katılımı öne çıkaran çocuk anlayışı, çocuğu birey yani
kendi olmaya hazırlaması açısından hem yenilikçi hem de kendini ifade edebilen,
düşünen, sorgulayan bir çocukluk fotoğrafına işaret ediyor. Özgürleşecek
çocukluk fotoğrafının ortaya çıkmasının kolay bir süreç olmadığınıysa zaten
herkes kabul ediyor. Arınmanın, doğru soru sormanın, toplumsal aklı harekete
geçirmenin, eskimiş çocuk geleneğini sorgulamanın ve çocuk yüzlü devrimlere
ulaşmanın kolay bir iş olmadığını çocuk entelektüelleri iyi bilir. İşte bu
yüzden çocuk hakları, özel insan haklarıdır ve çocuk hakları anlayışı davranış
kültürüne, yaşama biçimine dönüşmedikçe insan hakları da var olamaz. Çocuk
haklarını gerçek hayat bilgisine dönüştürense bu hakları bilen, isteyen ve
çocuklar için gerçekleştiren yetişkindir. İnsan temelli haklar alfabesi ailede
öğrenip yaşanmadıkça çocuk hakları içerikten yoksun kalmaya mahkûmdur.
Haklarını bilen bir çocukluk başkalarının haklarına saygılı davranır. Birlikte
ve ayrımcılık olmadan yaşarken, hak ve özgürlüklerinin eşitlik ilkesine göre
düzenlenmesi halinde birey olma hakkı kazanabilir birey. Toplum haklarının
bireyin üstünde olmasıysa insan haklarına en büyük engeldir.
İnsanlık
tarihi bu konuda kirli sayfalara sahip... Daha elli yıl öncesinde çocuklar en
küçük tünellere girebildiği için maden ocaklarında çalıştırılıyordu. Tekstil ve
dokuma endüstrisinde küçük parmaklar daha elverişli olduğu için çocuk emeği
inanılmaz yaygınlıktaydı. Bu en gelişmiş ülkelerde de sömürgelerinde de yaygın
bir uygulamaydı. Eskisinden daha temiz sayfaların yanı sıra daha da kirletilmiş
sayfalar var mı, varsa hangileri?
Çocuk hakları ihlallerinin listesi bütün
insanlığın utancına yol açacak kadar dehşet vericidir. Isparta devletinde çocuklar
doğunca terk edilir, içlerinde hayatta kalanların yaşama hakkı olurdu.
Çağımızda daha doğmadan öldürülüyor çocuklar. İlahi tasarımı bozulan, örselenen
çocukların acısını duymadıkça köklü çözümlere yönelemeyiz. Eğer doğmamış
çocuğun haklarından işe başlamazsak bütüncül bir felsefeye de ulaşamayız. Her
on çocuktan biri çalışmak zorundaysa ve bunu sorgulamaktan acizsek o zaman
sözün de eylemin de bittiği yerdeyiz. Tekrarlamakta yarar var: Çocuğa yönelik
her alan yüksek ahlâkın konusu olmadıkça çocuk istismarı önlenemez. Çağımızda
hak ihlâlleri yanında çocuk hak ihlâllerinin modern örüntüleri de ziyadesiyle
fazla. Çocuk güzellik yarışmaları, manken çocuklar, çocuk şarkıcılar, cinsel
tacize uğramış çocuklar, gösteri dünyasındaki çocuklar. Bu ihlâl ve istismarlar
gelişmiş – gelişmemiş ayrımı olmadan dünyanın her yerinde gerçekleşiyor.
Bildiğiniz gibi çocuk güvenliği açısından en riskli ülke Amerika.
Siz
ülkemizde çocuk ve çocuk hakları konusunda ilk akla gelen isimlerdensiniz. Bu
duyarlılık kilitlenmesinin sebebi nedir?
Yaşadığımız çağ çok katı, gösterişçi bir çağ.
Ruhumun çocuklara yönelerek huzur bulacağına inanarak bu yaşama biçimini
seçtim. Çocuklara yöneldikçe ödevlerimin çoğaldığını fark ettim. Yaşamak
denirse eğer çeyrek yüzyılı çocuklara adadım. Emin olun bundan hiç şikayetçi
olmadım. Asıl çocuk alanının dışına çıktığım zaman huzursuz oluyorum. Thıago de
Mello, insan, insana güvenecektir /
çocuğa güvenen çocuk gibi diyor ya. Ben her yaştan çocuğa güveniyorum.
Yaptığım her çocuk ödevini ciddiye alışım beni çok yorsa da çocuk gibi ol emrine uyarak hayâl eder
ve ödevimi gerçekleştiririm. Bireysel çaba ile sonuç alınamayacağını iyi
bildiğimi de zannediyorum. Uzun yol için ilk adımın önemine inanıyorum.
Çocuktaki keşifçi ruhu keşfettikçe kendimi daha iyi hissediyorum. Hiçbir şeyin
çoğunu veya büyüğünü kendim için istemedim ama çocukların şairi olarak anılmak
isterim. Zenci, kızılderili, beyaz, sarı, esmer, Afrikalı, Asyalı, Avrupalı,
Amerikalı, Avustralyalı çocukların şairi. Çocuklar için evet dediğim zaman tarihi
yeniden yorumluyorum. Savaşlar sona eriyor. Büyük geleceğe yöneliyorum
çocuklarla. Ben dünyanın en ciddi işini yapıyorum ve çok mutluyum.
Kırsal
alandaki çocuk kenttekilerden daha mutlu mu? Yoksa hızlı göç aradaki farkı
etkiliyor mu?
Soruyu sorunları az mı çok mu biçiminde
sorarsak konuyu soyut alandan daha somut alana çekebiliriz. Elimizde sorunlar
açısından da gösterge yok. Cottereau’ya göre batıda 18. yüzyıl başından
itibaren burjuvazinin çocukları işçi çocuklarından farklılaşmaya başlayınca, buna
bağlı olarak toplumsal ve kültürel olgunlaşmaları da gecikmeye başladı. 19.
yüzyıl burjuva ailelerinde “çocuksu
saflık kültürü” o denli doğallaştı ki işçi çocukları “çok erken olgunlaşmış” gibi göründü. Okullaşmayla işçi çocukları
da çocuklaştı. Bence çocuklar farklı yerleşim alanlarında ve mekânlarında
yaşamış olsalar bile her yerde kimliksiz kitle bileşeni oluncaya kadar eğip
bükülerek biçimlendirildikçe arada içerik farkı kalmıyor. Kırsal alandaki
çocuklar da yaygın görsel iletişim ağı nedeniyle kentin bir parçası
olmuşlardır. Kırsal alandaki çocuk, konut ve serbest oyun alanları yanında daha
doğal bir çevrede büyüyor. Buna karşılık sosyal ve entelektüel gelişimi
açısından kayıpları daha önemli. Bu da yalnız ülkemizin değil bütün dünya
çocuklarının gerçeği.
Çocuk
Hakları Hareketi’nin çıkış noktası ve bulunduğu durum nedir ülkemizde?
Belirlenen ortak bir hedef veya hedefler var mı?
Türkiye’de çocuk sorunları bir yandan karmaşık
diğer yandansa genişleyen boyutlara ulaştığı halde politikasız çocuk politikası
görüntüsü veriyor. Çocuk merkezli çalışmaları sürdüren sivil toplum kuruluşları
Çocuk Hakları Koalisyonu şemsiyesi
altında bir araya gelmeyi benimseyerek işe başladılar. Kurumsallaşmanın
önündeki yasal engel ise henüz aşılamadı. Sorunlu çocuklar ve risk altındaki
çocuklarla ilgilenen sivil toplum kuruluşlarının ilgilendiği çocuk oranı çok
düşük. Çocuk Hakları Hareketi;
hükümet kuruluşları, yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve toplumun
katılımını öngören bir yaklaşım, benimseyerek toplumsal çocukluk politikasının
hayatın her alanında uygulanmasına öncülük etmek istiyor. Sorunları tartışarak
tüketmek yerine çözüm öneriyor, uygulama için bürokratik engellerin kalkmasını
talep ediyor.
Türkiye’nin
toplumsal çocuk projesine yönelik ilk adım sayılabilecek ‘Çocuk Başlangıçtır’
kampanyasını biraz açar mısınız? Neyin başlangıcıdır? Neleri hedefliyor?
Doğan her çocuk gözlerini güzel bir dünyaya
açıncaya kadar ve yaşadıkça içinde bulunacağımız bir süreç bu. Kendi çocuğumuz
için yaptığımızı bütün ülke ve dünya çocukları için de yapmadıkça çocuk
ödevimizi yine eksik yapmış oluruz. Dünya durdukça yapılacak her işte çocuk
yararı gözetmedikçe de yeni bir dünya kurmaya yönelemeyiz. Oysa bu anlayışı hem
geliştirmeye hem de gerçekleştirmeye mecburuz. Ailenin, toplumun ve kültürün
biricik öznesi çocuk olduğuna göre en iyi şeyleri çocuklara vermek mutlu bir
çocukluğun yaşanmasının ilk koşulu olmadıkça çocuk’ta buluşmuş olmayız. Çocuğa yönelmeyi, çocuk sorunlarını ve
çözüm yollarını hayatın merkezine yerleştirerek toplumun çocuğa yönelişini
harekete geçirmek bu kampanyanın hedefidir. Çocukların sorunlarını bütün
sorunların çözümünden sonraya ertelemek toplumsal geleceğimize yönelik en
kapsamlı darbelerden biridir. Gabriela Mistral’in dediği gibi çocuk şimdidir, bekleyemez. Çocuk hem
şimdi hem de gelecek olduğuna göre niçin çocuğa yönelmekte gecikiyoruz? Henüz
çocuk felsefemiz olmadığı gibi medeniyet duruşlu çocuk bakışına da sahip
değiliz. Çocukluğun o müthiş merak duygusu ve keşifçi ruhuna, yaratıcı zihin
yapısına, araştırıcı bilgeliğine, her sorunda olduğu gibi çocuk sorunlarının
çözümünde de tartışmasız ihtiyacımız var çocuk bakışına. Yaşadığımız dünyaya ve
hayata çocuk bakışıyla bakmanın mucizevi etkisini hayatımıza katmak, bireysel
zenginliğimiz kadar çocuk duyarlılığının topluma yansımasının da önemli hareket
noktalarından biridir. Çocuğu çocuktan öğrenerek bireysel ve toplumsal
hayatımızı çocuk bilgisiyle yenilemekse bize düşüyor. Bu kampanya öncelikle
yeni binyılda çocuk sancıları çeken herkesi bir araya getirmeyi amaçlıyor.
Nietzsche diyor ya, her konuda oyumuz,
bize aşılanmış olandır. Artık aşılanmış alışkanlıklarımızı terk etmenin
zamanı gelmiş olmalı. Bundan böyle ruhumuzu, eylemimizi bütün sahihliğimizi ve
hakikiliğimizle yönümüzü çocuklara çevirmek istiyoruz. Sözden eyleme geçerek
bir şeyleri değiştirmenin, yenilemenin duygusal ve düşünsel ortak paydalarını
oluşturacağımıza inanıyoruz. Belirsiz ve kayıp bir gelecek istemeyen herkes ama
herkesi çocuk’ta buluşmaya
çağıracağız. Daha iyi bir dünya için hem evet
diyoruz hem de artık bütün oylarımızı çocuklar için vereceğimize söz veriyoruz.
Çocuk Başlangıçtır projesi çocuk
merkezli bir düşünce hareketi yanında toplumsal dayanışma ve çocuklar için bir
araya gelme çağrısı olarak sürdürülebilir çocuk hareketinin de başlangıcı
olacaktır.
Kimleri
içine alacak bu çocuk hareketi?
Herkesi. Yeni binyılın çocuk hareketi,
bireyleri ve kuruluşları çocuklar için yapabilecekleri her şeyi çocuklarla
yapmaları yönünde özendirici bir öze sahip. Her çocuğun vazgeçilmez hakları
olduğunu öğrendiğimizde ve kavradığımızda gelişme sağlayabileceğimize göre
artık hepimiz çocuk okulunun öğrencileri olacağız. Ülkemizdeki çocukların
yoksulluk, ihmal, ayrımcılık, çocuk işçiliği ve istismardan, hayatî tehdit
oluşturan hastalıklardan, çevre faktörlerinden ve gelişmeyi engelleyen diğer
zorluklardan nasıl etkilendiklerini öğrendiğimizde buna kim kayıtsız kalabilir
ki! Suskunluk sarmalıyla üzeri örtülen sorunlar yumağının kolay çözülemeyeceği
de bir gerçek. Çünkü, çocuk refahı herkesin sorumluluğudur. Sesimizi duyurarak
işe başlayacağız. Çocuk gündemine politika yapıcılarının da ortak olmasını
sağlayacağız. Çocuk hareketinde öncü ve gönüllü olacağız. Çocukların hayatında
anlamlı bir farklılık yarattığınızda amaç ve hedefiniz daha da belirginleşecek.
Göreceksiniz, çocuklar hayatımızın önceliği olacak. Yalnızca ülkemizin
çocukları mı? Hayır! Bütün dünya çocukları için gönüllü çocuk elçisi olma
bilinci ve davranışına ulaşmadıkça çocuk ödevimiz eksik kalmış demektir.
Hareket için başkasını beklemeyecek, başlangıcı biz yapacağız. Bu toplum,
sosyal duygu yüklü çocuk öncülerini çıkaracak ve hepimiz onların ilk
yardımcıları olmaktan büyük heyecan duyacağız.
Kampanyanın
bu denli uzun soluklu olması kesin çözüme ulaşma amacından mı kaynaklanıyor?
Yani buna sorun çözülene dek sürecek bir kampanya diyebilir miyiz?
Çocuk alanındaki sorunların ilişki ağını
kurmadıkça sorunu çözemeyeceğimize göre hemen şimdi yapılması gerekenler
yanında kısa, orta ve uzun erimli çalışmaların planlanması hem gerekli hem de
zorunlu. Çocuğa yönelik uyum yasalarını gerçekleştirirken bütün hukuk
sisteminin çocuk haklarına, çocuk bakışına göre düzenlenmesi ve
yapılandırılması gerekecek. Bu süreç çocuk merkezli anayasaya kadar ulaşmadıkça
hedefine ulaşmış olmaz. Çocukların yaşama ve korunma hakkının korunması, çocuğa
karşı her tür ayrımcılığın önlenmesi, çocuğun öncelikli yararının gözetilmesi,
çocuğun görüşünün alınması ilkeleri hayata geçse de çocuk hakları hareketi yeni
doğan her çocuğa karşı da kendini sorumlu hissedecektir. Zamanla ortaya çıkabilecek
yeni sorunlara karşı yeni çözüm önerilerini üretecek ve gerçekleştirecek olan
çocuk düşünce geleneği oluştukça toplumsal çocuk duyarlılığı hep diri
kalacaktır.
Sonuç
açısından ne kadar iyimser olabiliriz? Başlangıç, değişimi getirebilecek mi?
Dünyada gerçekleşen iyi şeylerin, en etkili ve
dönüştürücü hareketlerin arkasında doğru insanların yer aldığını biliyoruz.
Sosyal sorumluluk kampanyaları sabun köpüğü ya da balona değil zepline benzer.
Toplumun yardımsever yapısına güvenerek para toplamanın çözüm olmadığını artık
anlamış olmalıyız. Her başlangıç iyi ortaklar gerektirir. Yıllardır kök salmış
yanlış gelenekleri bir anda değiştirecek sihirli formülümüzün olmadığını çok
gerçekçi biçimde açıkladık. İyimserliğe gelince: İnsanın özünde iyimserlik
olmasa bir gün dahi yaşayamaz. Çocuklar dışında her şeyi tartışabiliriz. Ve
çocuklara karşı işlediğimiz hata ve suçlardan kim arınmak istemez ki? (Maste, Mart 2011, sayı 10) Ayrıca, bakınız.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder